Tuesday, August 21, 2012

Gitti, Engel Olamadım

Yazının şarkısı

Bir önceki yazıma o kadar çok yorum geldi ki, hepsi de neden bilmem, özel olarak yorumlarını bana ilettiler. Tumblr’cılar bilir ‘Hayran Postası’nı. Birçok ‘Hayran Postası’ aldım. Her gelen için bir daha bir daha şaşırdım. Bu kadar ilgiyi beklemiyordum. Hepsine teker teker teşekkür etmiştim; ama bir de buradan teşekkür ederim. 




Neden o yazıyı yazdım? Çok içim sıkılmıştı. Herkes sanki gözüme gözüme kardeşini sokuyor gibiydi. O kadar kendimi yalnız ve sefil hissettim ki. O kadar yerin dibine girdim de girdim ki. ‘Belki bir kardeşim olsaydı’ dedim, ‘bütün yenilmişliklerim için onun omzunda ağlardım’; tabii kardeş hasreti hariç. O aslında olacakmış biliyor musunuz? Yani benden tam da bir yaş küçük ve belki de o da benim gibi üniversiteye gidiyor olacaktı. Çocukken elinden hep ben tutmuş olacaktım. Abisi olacaktım. İçimden bir ses o kadar yüksek sesle bağırıyor ki, o giden kardeşin erkekti diye. ‘Koçum’ diyecektim, ‘İste, şu karşıdaki dağları yıkayım; etrafı toza dumana bulayayım. Yeter ki sen iste lan, seni verene kurban olayım.’ Yine ağlıyorum; bakma bana şimdi, üzülürsün. Seni kimsenin yanında ağlarken görmeyecektim. Çok güçlü olacaktın, hiçbir şey deviremeyecekti seni. Sadece benim yanımda, abinin şu omzunda ağlayabilecektin hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra. Ağla ulan, feda olsun sana abinin omzu. Ağla ulan, dök içini; ama sonra kalk ayağa ve sakın kimselerin yanında ağlama. Söz, valla alay etmem; kocaman adam da ağlar ulan. ‘Erkekler Ağlamaz’ diyen halt etmiş, ağlarız oğlum hem de salya sümük. Sen abinin omzunda ağla. Sarıl ulan bana, sıkı sıkı sarıl. ‘Abim!’ de, yeter ki sarıl ulan. Ellerin soğuk, dur ben ısıtayım onları. Yapma ulan, üzme abini; n’apsın abin özlüyor işte seni. Gel ulan gel, yatağımda yat; çok üşümüşsün.






Seni şerefsizlerin ellerinden kurtaramadım; tükür ulan, suratıma tükür. Sen daha dünyaya gelmeden yukarıya gitmene mani olamadım; küfret ulan bana. Bağır, çağır; ama duyur sesini. Rüyama gel de göreyim göremediğim yüzünü.Sarılmadan gitmek yok. Al, bak yine ağlıyorum, özlüyorum ulan seni. Yalnızım ama, kimseler görmüyor ağladığımı; merak etme. Aynı sana öğütlediğim gibi, kimselerin yanında ağlamıyorum. Yalnızım dedim ya, hep yalnızım oğlum ben. Bütün arkadaşlar gelip geçiyor, bir tek kardeş kalmıyor mu bütün gördüğüm insanların yanında. Her kimin arkasına göz ucuyla korkarak baksam kendi kanından, canından birilerinin ellerini görüyorum, ben arkama bakıyorum kocaman bir boşluk, yoksun.






Küçükken bir kardeşim olmasını çok isterdim, bunu herkes bilirdi. Misafirliklere gittiğimizde ‘İstemiyor musun bir kardeş ha Sessiz?’ derlerdi. ‘İstiyorum; ama annem istemiyor.’ derdim bir bok bilmeden. Annem de çok istiyordu bir kardeşim olmasını, senin dünyaya gelmeni. Şimdi kimse bir kardeş istediğimi bilmiyor. İçimde yaşadığım duygularımı beni tanıyan hiçkimse bilmiyor. ‘Bir kardeşin olsaydı keşke, değil mi?’ diyorlar içimde kopan hıçkırıktan, hasretten habersiz. ‘Öyle.’ diyorum omuzlarımı kaldırarak, içim kavrularak. Biliyorlar aslında ne büyük eksiklik insanın kardeşinin olmaması, hemen sonrasında hatalarını telafi etmek adına kardeşleriyle olan kavgalarını, benim rahatlığımı kıskandıklarını söylüyorlar. İnanmadığımı anladıklarını gözlerinde görüyorum. Eve geliyorum, hüngür hüngür ağlıyorum. Hıçkırıyorum, gözlerim kıpkırmızı kesilene kadar durmadan ağlıyorum.Gördüğünü biliyorum; n’olur anla, koklamadığım kokunu özlüyorum. 






Yine yine ağlıyorum; ama bir şey daha anlatacağım, yoksa bunu öğrenmezsen senin benden habersiz uçup gittiğini anladığımı nasıl bileceksin? İlkokuldaydım, o zamanlar annemin bir hastalığı olmuştu; bize yakın olan daha gelişmiş bir şehre, kadın hastalıkları doktoruna gitmiştik. Annem, babam ve ben doktorun odasına girdik. Doktor anlamadığım o kadar soru sordu ki anneme; ama bir sorunun cevabında adeta kanım dondu. Çekip vursan beni, kanım akmazdı. O boktan kelimeyi kullandı doktor, senin benden gitmeni sağlayan o boktan şeyi. ‘Kürtaj oldu mu?’ dedi adeta umarsızca, gidenin bir can değil de gereksiz bir şey olduğunu sanıyormuş gibi. ‘Bir kere.’ dedi annem. Yine şu an ağladığımı söylememe gerek yok, zaten görüyorsun. Omzun olmasa da gözlerin var beni gören, onlarla yetinirim. Bağırdım, ‘NE KÜRTAJI?’ diye. ‘Ne demek kürtaj, nasıl bir kere, neden bana söylemediniz, benim neden haberim yok, nasıl oldu?’ sorularını haykırdım doktor odasında nefesim kesilene kadar. ‘Kardeşim nerede?’ diyordum içimden haykırarak. Demek o kadar yaklaşmışım bir kardeşimin olmasına, demek kanımdan, canımdan birisinin dünyaya gelmesine bu kadar yaklaşmışım. Doktor tuttu kolumdan, dışarı attı beni. Pis koltukların üzerinde oturup kapıya içimi çeke çeke bakıp çıkmalarını bekledim. Kimseler yoktu bekleme odasında, bir kişi bile. Hep o soruyu sordum bizimkilere ‘Neden?’ diye. Kürtajla bir hastalık aldırmışlar, yani sen değilmişsin giden. Buna hiç inanmadım, nitekim sendin benden alıp götürülen; sonradan yalanlarına inandığımı zannedip işin doğrusunu söylediklerinde haklı olduğumu biliyordum. 






Ben yalnız, sensiz büyüdüm; ama emin ol, bir gün senin benden gitmene sebep olanların karşılarına geçip yüzlerine tüküreceğim, öcümüzü alacağım amcam ve halam demekten utandığım şerefsizlerden. Hayatımın içine sıçan o şerefsizler sebep olmuştu senin elini tutamamama. O şerefsizler kardeş hasreti nedir bilirler miydi ki? Onlar ağlanacak bir omuz, sarılacak beden, yere düşünce tutulmak istenen el, koklanacak saç, öpülecek kardeş eli hasreti nedir bilirler miydi? Nerden bilsinlerdi kalplerinde öfkeden başka hiçbir şey olmayan insanlıktan çıkmış varlıklar? Kafam az çok basmaya başladıktan sonra anlatılmıştı her şey bana. Onların sağladıkları, bizi yaşamaya zorladıkları ortamda mümkün değildi bir ikinci çocuk; ben bile zor büyümüştüm. Öğütlenirdi amcamın oğluna ‘Sessiz’i dışarıda savunmasız görürsen patlat tokatı.’ diye. Nitekim yemiştim dayağımı. 






Ben dayak yemeye de razıyım, yeter ki sen ol. İste, şu karşıdaki dağları yıkayım; etrafı toza dumana bulayayım. Yeter ki sen iste lan, seni verene kurban olayım. 

No comments:

Post a Comment