Tuesday, April 22, 2014

ARZ-I HAL






Görüşmeyeli ne mi yaptım Blogcum, sırayla anlatayım. Pazar günü epeydir gitmediğim Falez 2 Park boyunca güzel bir yürüyüş yaptım. Fotoğraf o günden. Yer gök insan doluydu, çocuklar uçurtma uçuruyor, büyükler akşamüstü başlayacak şenlik konserini bekliyordu. Biz konseri beklemedik, arkadaşa uğrayıp çay içtik. 













En sevdiğim meyvenin mevsimi geldi, yaşasın. Kilolarca çilek tüketiyorum bu aralar, daha doğrusu tüketmek zorunda kalıyorum. Zira şeker gübresini öyle bol atıyorlar ki çileklere, eğer hemen yemezseniz kendilerini salıp küfleniveriyorlar. İşte bu kavanoz da bitirilemeyip reçele evrilen çileklere ev sahipliği yapıyor. 













Dün arkadaşımın davetiyle bir ilkokulda düzenlenen 23 Nisan Şenliği ve kermesine katıldım. Okul bahçesine develer ve eşekler getirilmiş, çocuklar binip geziyorlardı, pek güldüm :) Ben aynı zamanda yazar olan arkadaşın standında oturup kitap satışına yardımcı oldum, aynı okulda çalışan ve uzun zamandır görmediğim bir başka arkadaşla epey kahkaha attım, velilerin hemen oracıkta açtıkları gözlemelerden yiyip ayran içtim, hasılı hoşça vakit geçirdim. Dönüşte yol üstünde göğe uzanıp minareyle yarışan bu devasa yapma gelinciklere rastgeldim. Koklamak istedim, boyum yetişmedi :)













Yanılıp D&R'a girdim bir göz atmak için, selam verip borçlu çıktım. Evdeki Babil Kulesi'ne iki kitap daha eklendi. Gerçi bu aralar hızlı okuyorum, ardarda "Kırık Kalp Sendromu/Ayşe Başak Kaban", "Pala Hayriye ve Bitirgen/Figen Şakacı", "Hırsız ve Burjuva/Hüsnü Arkan" ve haliyle "İmza: Ben"i okuyup bitirdim. Şu anda elimde Joyce Carol Oates'in "Acı Ülke"si var.






Balkonda yetiştirmeye çalıştığımız domatesler 2. meyveyi de verdi ama hala yeşil ve yaprakları sararmaya başladı, sebebini bilemedik. Çekirdekten büyüttüğümüz biberlerinse keyfi yerinde. Çok yakındır açıp bibere dönüşmeleri. Bir de kumrular rahat verse, yapraklarını yiyip toprağını didiklemese :) Leylağımın çiçekleri soldu ama yaprak çıkarmaya ve gelişmeye devam ediyor. 













Bu fotoğrafı geçen gün yürüyüş yaparken çektim. Bir nevi nostalji fotosu bu. Gördüğünüz alanda birkaç yıl önce Sağlık Koleji'nin binası vardı, sonra yıkılıp parka dönüştü. Antalya'ya 70'lı yılların ortasında ilk kez geldiğimizde o binada kalmıştık Sağlık Bakanlığı kampı iştirakçileri olarak. Sabahın köründe kampın hizmetimize verdiği otobüse doluşup Lara tarafına plaja gidiyorduk daha uykumuzu açamadan. Antalya'dan çıkıştı son beton yapı Talya Oteli'ydi ve gerisi dere-tepe, çayır-çimen, çiçek-böcekti. Şimdi bakıp bakıp şaşıyorum oralara yapılmış binalara. Öğleden sonraları ise kafamıza göre değerlendiriyorduk. Biz kampın bir grup genç katılımcısı Kolej binasının arka bahçesine geçiyor, denize inen kayalıklardaki dar merdivenlerde sekiyor, ömrümüzde ilk defa gördüğümüz keçiboynuzu ağacına ağzımız açık bakıyor, kayaların arasından denize dökülen minik şelaleleri keşfe çıkıyorduk. Bina yıkıldı, iyi de oldu ama anılar yerli yerinde duruyor. Hele de kıpkırmızı açmış gülleri, erguvan ve yalancı orkide ağaçlarını, katır tırnaklarını görüp denizden esen rüzgarla saçlarımı uçuşturunca pek keyiflendim. Her yıkılanın yerine böyle güzel şeyler yapılsa keşke.






Efendim arz-ı halim budur, şen olsun gününüz...




No comments:

Post a Comment